Ahlak felsefesinin kurucusu kabul edilen antik Yunan filozofu Sokrates öğrencilerini nasıl seçerdi?
Öğrencilerinden biri, Sokrates’e sordu:
- Bir gün dahi olsa sizden ders alabilmek için yanınıza gelen herkese, niye bir gölcüğe bakıp ne gördüklerini soruyorsunuz? Bu işin öğrencilikle ne ilgisi var?
Socrates, bu suale şu cevabı verdi:
Labels
AFBÇ
(16)
Baba
(9)
Bakış Açısı
(5)
Başarı
(14)
Bilgi
(5)
Dinlenmek
(3)
Gerilim
(4)
Güven
(8)
Hayaller
(3)
Hayat
(19)
Hayatın Anlamı
(4)
Hedef
(6)
Huzur
(4)
Kral
(5)
Merak
(4)
Mutluluk
(17)
Paylaşmak
(2)
Sevgi
(11)
Yaşlı Adam
(7)
Yaşlı Bilge
(2)
Zorluklar
(3)
dostluk
(4)
Çalışmak
(5)
Çocuk
(11)
Çocuklar
(4)
Öğrenmek
(22)
Ümit
(4)
İnsan
(13)
About
Paylaş
30 Aralık 2013 Pazartesi
26 Aralık 2013 Perşembe
Bir Adamın Hayatının Sınavı
Amerika'da yaşayan genç bir adam varmış. Bir gün dergi almaya gittiğinde dergicide bir kitap görmüş ve o kitabı almış. Okuduktan sonra, kitaptaki düşüncelerin kendi düşünceleriyle aynı olduğunu farketmiş. Yazarın adı Amy'ymiş. Adam bu kitabı yazan kişinin adresini bulmuş ve ona mektup göndermiş. Kitabını çok beğendiğini ve her yönde aynı fikirde olduklarını söylemiş.
25 Aralık 2013 Çarşamba
30 Yıllık Tecrübe!
Satış şubesinin başına yeni bir müdür getirilmişti. Şirkette otuz yıllık tecrübesi olmasına rağmen, niye kendisinin bu makama getirilmediğini, kızgınlıkla eleştiren bir memura, şirketin genel müdürü şu cevabı vermişti:
18 Aralık 2013 Çarşamba
Önyargıların Engellediği Başarılar!
O gün derse geç kalmıştı. İlk ders Matematikti. Hocayı ve arkadaşlarını rahatsız etmemek için kantinde oturmuş, dersin bitmesini beklemişti.
Bir sonraki ders için sınıfa girdiğinde, tahtada, sonunda soru işareti bulunan iki işlem gördü. Kalemini defterini çıkarıp hemen not etti kimsecikler tahtayı silmeden.
Diğer dersler bitmiş, eve dönmüştü. Defterinde çözülecek iki tane soru vardı. Defterini açtı, ama sorular bayağı zor görünüyordu.
Bir sonraki ders için sınıfa girdiğinde, tahtada, sonunda soru işareti bulunan iki işlem gördü. Kalemini defterini çıkarıp hemen not etti kimsecikler tahtayı silmeden.
Diğer dersler bitmiş, eve dönmüştü. Defterinde çözülecek iki tane soru vardı. Defterini açtı, ama sorular bayağı zor görünüyordu.
17 Aralık 2013 Salı
Yaptığınız İşe İmzanızı Atın
Barbara, süpermarket çalışanlarına hitap ettikten yaklaşık üç ay sonra bir akşamüstü telefonu çaldı. Arayan kişi adinin Johny olduğunu ve marketlerden birinde kasada müşterilerin torbalarını doldurmalarına yardım ettiğini söyledi. Ayrıca Down sendromu olduğunu belirtti ve "Barbara, anlattıkların hoşuma gitti!" dedi. Johny, konuşma yaptığı günün gecesi eve gittiğinde babasından kendisine bilgisayar kullanmayı öğretmesini istemişti. Bilgisayarda, babasıyla birlikte üç sütunlu bir tablo yaptılar.
16 Aralık 2013 Pazartesi
Bilginlerden Zarafet Dersi!
Bir zamanlar İran´da bilginler ve şairler, “suskunlar meclisi” adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı. Üye sayısı otuz kişiydi ve bunu arttırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek, az yazmak ve çok az konuşmaktı.
O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Camî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi.
Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine
O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Camî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi.
Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine
13 Aralık 2013 Cuma
Mutlu Olmak Polyanna’cılık mı?
Prof. Dr. Üstün Dökmen'den "mutlu olmak" üzerine bir yazı.
Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi, karamsarlığı öylesine derinden öğrenmişiz ki, “Bu ülkede yaşanmaz” ve nihayet “Batsın bu dünya” demeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz sonuçta. Ve daha da kötüsü, iyimser birini gördüklerinde canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta “Şuna bir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın” diyorlar içlerinden. Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın öneminden söz ettiğimde en az bir kişi çıkıp “Hoca iyi de o zaman bu polyannacılık olmaz mı?” der. Bu karamsarlığa prim veren bakış tarzı beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrar bakalım:
Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi, karamsarlığı öylesine derinden öğrenmişiz ki, “Bu ülkede yaşanmaz” ve nihayet “Batsın bu dünya” demeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz sonuçta. Ve daha da kötüsü, iyimser birini gördüklerinde canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta “Şuna bir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın” diyorlar içlerinden. Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın öneminden söz ettiğimde en az bir kişi çıkıp “Hoca iyi de o zaman bu polyannacılık olmaz mı?” der. Bu karamsarlığa prim veren bakış tarzı beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrar bakalım:
Categories
İyimserlik,
Karamsarlık,
Mutluluk,
Üstün Dökmen
12 Aralık 2013 Perşembe
Ne Fark Eder ki Hastalığı!
Zamanın birinde iki kasaba bir yarışa girer. Her iki kasaba halkı da karşı tarafa kendilerinin daha zengin olduğunu göstermek isterler. Kasabalardan birisinin halkı diğer tarafı etkileyebilmek için kasaba meydanına büyük ve ihtişamlı bir havuz yaptırır. İhtişamı daha da artsın, zenginliğimizi ifade etsin diye de havuzu sütle doldurmak isterler. Gece herkesin bir kova süt getirerek
11 Aralık 2013 Çarşamba
Sorgulamadan Takip Ettiğimiz Yollar!
Bir gün bir ineğin çiftliğine dönmesi için bakir bir ormanın içinden geçmesi gerekti. Mantıklı düşünme yetisi olmayan bir hayvan olduğundan kıvrıla kıvrıla ilerleyen, önce yokuş yukarı sonra yokuş aşağı devam eden, zorlu bir rota izledi.
Ertesi gün yolu aynı yere düşen bir köpek, ormanın öte yanına geçmek için ineğin gittiği yolu takip etti. Sonra sıra bir koyun sürüsüne geldi. Sürünün lideri patikanın zaten açılmış olduğunu görünce oraya daldı ve tüm sürü de onu izledi.
Ardından insanlar da bu patikayı kullanmaya başladı: Bir sağa bir sola dönerek, ağaç dalları ve çalılardan kaçınmak için eğilip bükülerek ve bir yandan da -haklı olarak- söylenip küfürler ederek bu patikadan gidip geldiler. Ama hiç kimse
Ertesi gün yolu aynı yere düşen bir köpek, ormanın öte yanına geçmek için ineğin gittiği yolu takip etti. Sonra sıra bir koyun sürüsüne geldi. Sürünün lideri patikanın zaten açılmış olduğunu görünce oraya daldı ve tüm sürü de onu izledi.
Ardından insanlar da bu patikayı kullanmaya başladı: Bir sağa bir sola dönerek, ağaç dalları ve çalılardan kaçınmak için eğilip bükülerek ve bir yandan da -haklı olarak- söylenip küfürler ederek bu patikadan gidip geldiler. Ama hiç kimse
4 Aralık 2013 Çarşamba
Nasreddin Hocanın Yanıtı
Nasreddin Hoca bir gün tarlada çalışırken yolun kenarından geçen bir yabancı ona seslenmiş ve o civardaki bir köye kaç saatte gidebileceğini sormuş. Hoca duymamazlıktan gelmiş. Adamcağız aynı soruyu bir kere daha tekrarlamış ve gene de cevap alamayınca boynunu bükmüş ve yoluna devam etmiş. Epey bir yol gittikten sonra Hoca arkasından seslenmiş ve adamı yanına çağırmış.
3 Aralık 2013 Salı
Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur!
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri, bakalım bulabilecek misiniz? dedi...
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu...
Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi bana gülümseyerek bakıyordu...
"Ben Rose" dedi..."Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?"
Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..."
Öyle sımsıkı sarıldı ki...
"Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin?" diye şaka yaptım...
Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu...
Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi bana gülümseyerek bakıyordu...
"Ben Rose" dedi..."Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?"
Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..."
Öyle sımsıkı sarıldı ki...
"Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin?" diye şaka yaptım...
Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."
28 Kasım 2013 Perşembe
Mantık
Mantık dersine giren profesör, öğrencilerin “Mantıklı olmak bize ne kazandırır? Mantık bize ne öğretir?” sorusuna bir anekdot üzerinden cevap vermeyi seçer. İşte o profesörün anlattığı anekdot ve mantığın bize öğrettikleri… Öğrenciler o yılın ders programlarında yeni bir ders olduğunu fark ederler. Dersin adı Mantıktır ve derse yaşlıca bir profesör girecektir. Nihayet, ilk mantık dersi başlar. Çocuklardan biri söz hakkı isteyerek:
-Sayın profesör, mantık bize ne öğretir? Lütfen her şeyden önce bunu anlatır mısınız, ricasında bulunur.
-Sayın profesör, mantık bize ne öğretir? Lütfen her şeyden önce bunu anlatır mısınız, ricasında bulunur.
26 Kasım 2013 Salı
Bakış Açısı
Tren Patarka’dan hareket etmeden önce, teknisyen trenin makinistine lokomotifin bir parçasında sorun olduğunu ve trenin yolda kalabileceğini söylemişti. Makinist;
“O zaman o parçayı niye şimdi değiştirmiyorsun?” diye sormuştu.
Teknisyen, parçanın Patarka tren istasyonunda olmadığını ama varış istasyonu olan Bostarka’da bulunduğunu söylemişti.
Ardından da “Umarım yolda kalmazsınız.” demişti.
“O zaman o parçayı niye şimdi değiştirmiyorsun?” diye sormuştu.
Teknisyen, parçanın Patarka tren istasyonunda olmadığını ama varış istasyonu olan Bostarka’da bulunduğunu söylemişti.
Ardından da “Umarım yolda kalmazsınız.” demişti.
Categories
Bakış Açısı,
Makinist,
Teknisyen,
Tren
25 Kasım 2013 Pazartesi
Yorgun Eller!
Meşhur piyanist Arthur Rubisnstein konserlerinden birinde küçük bir kızın hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş. Ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürerek, küçük kızı başından savmaya çalışmış.
Kız, tereddüt etmeden şöyle demiş:
Kız, tereddüt etmeden şöyle demiş:
22 Kasım 2013 Cuma
Ödül, Ceza ve Sorumluluk
Saat sabah altı idi; tüm askerlerin sabah içtiması için birliğin önünde dizilmesi gerekiyordu. Ancak saat altıda üç yüz kişilik birlikten ancak iki yüz doksanı hazırdı ve düzensiz bir şekilde duruyorlardı.
İçtimadan sonra hep birlikte yaklaşık iki kilometre kadar uzaktaki kahvaltı alanına gideceklerdi. En sona kalan on asker, birlik binasından çıkıp askerlerin arasına karışırken hemen fark edildiler.
Bunlardan sadece iki tanesi uyuya kalmıştı. İki tanesi ‘acaba çaktırmadan arazi olup bugünkü etkinliklere katılmayabilir miyiz’ diye düşünüyordu. İki tanesi ise yatakhanede kahvaltıya gitmekten kaçınmak istiyordu. Diğer dördü ise plansızlıktan ve geç kalkmaktan zamanında hazırlanamamıştı.
Komutan sonuçta onuna da ceza verdi. Gecikmenin cezası elli defa mekik çekmekti.
Tugay komutanı, sadece içtimalarda değil; ama genel düzen olarak tugayda birinci gelen bölüklere de ödül veriyordu. Daha çok çarşı izni; daha iyi koşullarda yıkanma ve bunun gibi.
Kahvaltı sırasında zamanında gelen askerlerden bir tanesi,
İçtimadan sonra hep birlikte yaklaşık iki kilometre kadar uzaktaki kahvaltı alanına gideceklerdi. En sona kalan on asker, birlik binasından çıkıp askerlerin arasına karışırken hemen fark edildiler.
Bunlardan sadece iki tanesi uyuya kalmıştı. İki tanesi ‘acaba çaktırmadan arazi olup bugünkü etkinliklere katılmayabilir miyiz’ diye düşünüyordu. İki tanesi ise yatakhanede kahvaltıya gitmekten kaçınmak istiyordu. Diğer dördü ise plansızlıktan ve geç kalkmaktan zamanında hazırlanamamıştı.
Komutan sonuçta onuna da ceza verdi. Gecikmenin cezası elli defa mekik çekmekti.
Tugay komutanı, sadece içtimalarda değil; ama genel düzen olarak tugayda birinci gelen bölüklere de ödül veriyordu. Daha çok çarşı izni; daha iyi koşullarda yıkanma ve bunun gibi.
Kahvaltı sırasında zamanında gelen askerlerden bir tanesi,
Categories
Asker,
Ceza,
Ödül,
Sistem,
Sorumluluk
21 Kasım 2013 Perşembe
Yaşamın İlkesi
Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun gözlerinin içine bakın.
Çünkü bir çocuğun, bir yetişkine her zaman öğreteceği üç şey vardır:
Çünkü bir çocuğun, bir yetişkine her zaman öğreteceği üç şey vardır:
20 Kasım 2013 Çarşamba
Hikaye Kumbarası
"Kaynaklardan alıntı yapıp blog sayfana kopyalıyorsun, kendi yazılarını yaz da onları okuyalım." dedi bir arkadaşım. Evet, ben de okunası güzel yazılar, hikayeler yazabilmek isterdim ama ne yazık ki bir yazar değilim. Sanırım bir şeyler yazabilmek için insanın sakin bir ortama, kafa dinginliğine ihtiyacı oluyor. Hani filmlerde olur ya. Yazar kişi, yeni kitabı için ıssız bir yere gider ve ilham perisinin gelmesini bekler. Bütün yazarlar böyle bir ortama ihtiyaç hissederler mi bilmiyorum ama ilham perisi gelmişse eğer ortam hiç önemli olmaz herhalde.
19 Kasım 2013 Salı
Görmek İstediklerimiz
THELMA THOMPSON anlatıyor:
Harp sırasında kocam New Mexiko'daki Mojave çölüne gönderilmişti. O çölde, tatbikata katılırken yanında olabilmek için bende çölün yolunu tuttum. Kendimi cehennemin kucağına atmıştım. Ortalık yanıyordu.
Küçük bir kulübede oturuyordum ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm.
Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgar, bir taraftan bedenimi kavuruyor, bir taraftan yediğim yemeğide ağzımı burnumu kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti, kağıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım:
Harp sırasında kocam New Mexiko'daki Mojave çölüne gönderilmişti. O çölde, tatbikata katılırken yanında olabilmek için bende çölün yolunu tuttum. Kendimi cehennemin kucağına atmıştım. Ortalık yanıyordu.
Küçük bir kulübede oturuyordum ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm.
Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgar, bir taraftan bedenimi kavuruyor, bir taraftan yediğim yemeğide ağzımı burnumu kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti, kağıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım:
Categories
Değişim,
Farkındalık,
Öğrenmek,
Thelma Thompson
15 Kasım 2013 Cuma
Bir Hayat Dersi!
Ortaokuldayken, sınıf arkadaşlarımdan birisiyle ciddi bir tartışmaya girmiştim. Sebebini şimdi hatırlamıyorum ama o gün öğrendiğim dersi hayatım boyunca unutmadım.
Tartıştığım kişinin haksız olduğundan, kendiminse haklı olduğumdan o kadar emindim ki... Tabi karşımdaki de tam tersini düşünüyordu... O an öğretmenimiz bize çok önemli bir ders vermeye karar verdi.
Tartıştığım kişinin haksız olduğundan, kendiminse haklı olduğumdan o kadar emindim ki... Tabi karşımdaki de tam tersini düşünüyordu... O an öğretmenimiz bize çok önemli bir ders vermeye karar verdi.
13 Kasım 2013 Çarşamba
Dokuz
Eğer 9 canlı olsaydın.
En çok 8 kez kaçabilirdin ölümden.
Bil ki 7 düvele sultan olsan.
Yerin 6 mekan olacak sana.
En çok 8 kez kaçabilirdin ölümden.
Bil ki 7 düvele sultan olsan.
Yerin 6 mekan olacak sana.
11 Kasım 2013 Pazartesi
Her şey yeterli olsun
Kızın bineceği uçağın kalkmak üzere olduğu anons edilmişti. Güvenlik kapısının yanında duruyorlardı. Birbirlerine sarıldılar ve baba "Seni seviyorum. Her şey yeterli olsun," dedi.
Kız, "Baba, birlikte geçirdiğimiz günler gereğinden fazla güzeldi. Sevgin, ihtiyacım olan tek şey. Ben de senin için her şeyin yeterli olmasını diliyorum, baba," diye karşılık verdi. Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı.
Baba, yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü. Ayakta dururken ağlamak istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Özel konulara girmemeye çalıştım; ama
"Birine sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile bile hoşça kal dediniz mi hiç?" diye sorarak adeta beni sohbete davet etti.
Kız, "Baba, birlikte geçirdiğimiz günler gereğinden fazla güzeldi. Sevgin, ihtiyacım olan tek şey. Ben de senin için her şeyin yeterli olmasını diliyorum, baba," diye karşılık verdi. Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı.
Baba, yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü. Ayakta dururken ağlamak istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Özel konulara girmemeye çalıştım; ama
"Birine sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile bile hoşça kal dediniz mi hiç?" diye sorarak adeta beni sohbete davet etti.
8 Kasım 2013 Cuma
Bilgi - Rorschach Testi
Hermann Rorschach daha önce denenmemiş bir psikolojik test uyguladı.
1910'lu yıllarda. Psikolojik Testin isim babası oldu ve test Rorschach Testi
olarak anıldı. Rorschach Testi yapılış şekli; katlanmış kağıt arasında kalan
mürekkep lekelerinin yorumlanması.
Kendisine bu test uygulanan kişinin yorumlarına göre kişinin psikolojik
sağlığı analiz ediliyor. Mürekkep lekelerinin herhangi bir şekli yok, yani
kalıp cevaplar vermek gerekmiyor bu teste. Kişi kendi içsel dinamiklerine göre
mürekkep desenlerini inceliyor ve cevaplıyor.
Eğer kişi olumsuzluk içeren yorumlar yaparsa o kişinin şiddete yatkınlığı,
olumlu içerikli yorumlar yaparsa o kişinin sorunsuz olduğu sonucuna ulaşılıyor.
Categories
Bilgi,
Hermann Rorschach,
Psikoloji,
Roschach Test
7 Kasım 2013 Perşembe
Kadın Dili!
Oğlum bu hafta sonra evleniyor. Sorumluluk sahibi bir baba olarak ona
öğüt vermem gerekiyor. Fakat bunu evde yapamam çünkü annesi ağız tadıyla öğüt vermeme
izin vermez, sözü ağzımdan kapıp kendi devam eder. İş yerimden oğluma telefon
açtım, "Akşam yemeğini dışarıda birlikte yiyelim." dedim. Deniz
kenarındaki bu şirin lokantada şimdi onu bekliyorum. Geliyor aslan parçası,
yakışıklılığı da aynı ben. Yan masadaki kızlar gözleriyle oğlumu süzüyorlar.
Bakmayın kızlar, onu kapan çoktan kaptı. Hoş beşten sonra konuya giriyorum.
Oğlum haftaya düğünün var, bir baba olarak sana bazı konularda yol
yordam göstermem gerekiyor.
4 Kasım 2013 Pazartesi
Hedefinizi Seçin
4 Temmuz 1952 günü 34 yaşında bir kadın, Pasifik Okyanusu'na dalarak,
Catalina adasından, 21 mil batısında kalan Kaliforniya'ya doğru yüzmeye
başladı. Eğer başarılı olursa, bunu yapan ilk kadın olacaktı. Adı Florence Chadwick
olan bu yüzücü, Manş Denizi'ni her iki yönde geçen ilk kadındı.
O sabah su, vücudu uyuşturacak kadar soğuktu ve sis o kadar yoğundu ki,
beraberindeki tekneleri güçlükle seçebiliyordu. Milyonlarca insan
televizyonlarından onu izliyordu, köpekbalıkları ve dondurucu soğuğun etkisini
hiçe sayarak 15 saat yüzdü.
1 Kasım 2013 Cuma
Eşeğin Gölgesi
Atina’da önemli bir tartışma yapılırken kürsüye Demostenes çıkar; ancak
dinleyiciler sürekli
kendi aralarında konuşmakta, Filozofu dinlememektedirler.
Demostenes, “Bir hikâye anlatıp ineceğim” der ve anlatmaya başlar…
"Uzun zaman önceydi. Bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için
bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adamın da Megara’da bir işi vardı,
beraber yola düştüler. Konuşa, konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırdı; biraz
dinlenmek ve öğle yemeği yemek için bir subaşına çöktüler. Ama ortalıkta hiç
gölgelik yoktu ve eşeğin sahibi yemeğini alıp eşeğin gölgesine sığındı.
31 Ekim 2013 Perşembe
O senin elinde
Bir bilge varmış. Ne sorsan cevap verirmiş.
Onu çekemeyen biri demiş ki:
- Ona öyle bir soru soracağım ki kesinlikle bilemeyecek.
- Ne soracaksın? diye sorduklarında ise:
- Elimde bir kelebek var. Ölü mü, diri mi? diye soracağım.
30 Ekim 2013 Çarşamba
Birlik
Bir süre önce, Seattle Özel Olimpiyatlarında, tümü fiziksel ve zihinsel
özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde
toplandılar.
Başlama işareti verilince, hepsi birlikte başladılar, bir hamlede
başlamadılar belki ama yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler.
Yarışa başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere
düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi oğlanın ağlamasını duydular.
Yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye
döndüler. Oğlanın yanına geldiler.
Categories
Birlik Olmak,
Dayanışma,
Kazanan,
Önemli Olan,
Özel,
Yardım
25 Ekim 2013 Cuma
Başarının Formülü
San Francisco Körfezi’ndeki bir okulda, okul müdürü üç öğretmeni
çağırıp şöyle demiş:
“Siz üç öğretmen, sistemde en iyi ve en uzman kişiler olduğunuz için,
doksan tane seçkin üstün
zekalı öğrenciyi size vereceğiz. Bu öğrencilerin gelecek yıl da
hızlarını korumalarını sağlamanızı ve çok şey öğrenmelerini bekliyoruz.”
Üç öğretmen,
öğrenciler ve öğrencilerin anne ve babası bunun çok iyi bir fikir olduğunu
düşünmüşler.
O okul dönemi, hepsinin özellikle hoşuna gitmişti.
Okul bittiği zaman öğrenciler bütün San Francisco Körfezi’ndeki diğer
öğrencilere göre yüzde 20–30 daha başarılıydı.
Yılsonu geldiğinde müdür, üç öğretmeni çağırıp onlara:
24 Ekim 2013 Perşembe
Samuray'ın Bilgeliği
Bir zamanlar, Uzakdoğu'da büyük bir savaşçı yaşardı. Artık yaşlanan bu samuray, vaktini gençlere manevi dersler vererek
geçiriyordu. İlerlemiş yaşına rağmen, insanlar onu kimsenin mağlup edemediğine
inanıyordu...
Bir gün, yaşlı samurayın kasabasına, vicdansızlığıyla tanınan bir savaşçı
geldi. Adam, rakibini kışkırtma teknikleriyle
tanınıyordu. Değişmez şekilde, kışkırttığı ve kızdırdığı rakibine ilk hareketi
yaptırır, sonra da en küçük bir hatayı affetmeden adeta bir rüzgar hızıyla
karşı hücuma geçerek, mücadeleyi kazanırdı. Bu genç ve sabırsız savaşçı, hiç
kimseye yenilmemişti. Samurayın adını duyarak buraya gelmişti ve onu da yenerek
şöhretini büyütmeyi amaçlıyordu. Bütün öğrencileri
böyle bir müsabakaya karşı çıktıysa da, yaşlı savaşçı onun kavga davetini kabul
etti.
23 Ekim 2013 Çarşamba
Mutluluğu Kovalamak
Büyük bir kedi, kuyruğuyla oynayan küçük bir kediye sormuş: "Neden
kuyruğunu kovalıyorsun?"
Yavru kedi yanıt vermiş:
"Bir kedi için en güzel şeyin mutluluk, mutluluğun da kuyruğum
olduğunu öğrendim. Bu nedenle onu kovalıyorum, yakaladığımda mutluluğa
kavuşacağım."
22 Ekim 2013 Salı
Şartlı Refleks
ABD de Massachusetts Institute of Technology de okuyan bir öğrencinin
tanık olduğu bu öykü, bir tez çalışmasının nelere yol açacağını göstermesi
açısından ilginç bir örnek oluşturuyor:
Bir lisansüstü öğrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine
siyah-beyaz çizgili bir tişört giyerek Harvard futbol sahasına gider. 15 dakika
boyunca sahayı bir uçtan diğer uca yürüyerek yerlere kuşyemi serper.
Categories
Hakem,
Kuşlar,
Öğrenci,
Şartlı Refleks,
tez
21 Ekim 2013 Pazartesi
Kanatlarınızın Farkında Mısınız?
Uzak ülkelerin birinde şahinlere düşkün bir kral yaşarmış. Bir gün
krala hediye iki yavru şahin getirmişler. Kral, onların sağlıklı büyüyüp
uçmalarını sağlamak için, elinden geleni yapmış. Büyüdükleri zaman
sabırsızlıkla beklediği an gelmiş ama gelin görün ki, bir şahin, bahçenin
semalarında uçarken öbür şahin, dalından hareket bile etmiyormuş.
Kral bunu görmekten hasta olmuş, ülkenin tüm doktorlarına haber salmış.
Ama şahin bir türlü uçmuyormuş. Bunun üzerine kral vezirine derhal emir verip,
tebaasına bir ferman yollatmış. Şahinini kim uçurursa, onu hemen
mükâfatlandıracakmış. Bunu duyan herkes akın akın saraya gelmiş ama şahinde bir
hareket yokmuş.
Categories
Farkındalık,
Kral,
Şahin,
Uçmak
11 Ekim 2013 Cuma
Ustalık Bedeli
Bir fabrikada imalat hattındaki çok önemli olan ana makinalardan biri
arızalanınca fabrikadaki tüm üretim durdu.
Mevcut teknisyenler makinayı çalıştırmak için çok uğraştılar, ancak ne
yaptılarsa nafile bir türlü başaramadılar.
Sonunda dışarıdan uzman çağırdılar. Uzman gelip makinayı inceledi,
duruma baktı. Sonra çantasından çekiç çıkarttı. Elinde çekiçle makinaya yaklaştı
makinanın belli bir noktasına elindeki çekiçle dikkatlice sert bir vuruş yaptı.
10 Ekim 2013 Perşembe
Bir Başarı Öyküsü
Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin
kenar mahallesine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğun durumlarını
araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme
yapmalarını istemişti.
Araştırma yapan öğrencilerin hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir
şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi. Çünkü okul ve çevre bir çok imkandan
yoksundu.
Bundan tam 25 yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü, araştırmaları
esnasında bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve
aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.
7 Ekim 2013 Pazartesi
Bir Gelincik Hikayesi ve Önyargılarımız
Köyün birinde, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardı. Kocası,
çocuğu doğmadan ölmüştü.
Bunun üzerine kadın, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak
bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başladı.
Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmazdı. Her ne kadar evcil
bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşmıştı.
4 Ekim 2013 Cuma
Ters Çaba Kuralı
Beynin en tehlikeli yanı, “ters çaba” kuralına göre çalıştığı
anlardır.
Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, beyin onu
size çeker, korktuğunuzu başınıza getirir!
Buna ters çaba kuralı denir. Bataklıktan çıkmaya çalıştıkça,
dibe gömülmeye benzer.
Beyin odaklanılan hedef için çalışır, hedef olumsuz olsa bile onu
gerçekleştirmek için çalışır!
Categories
Düşünmek,
Korku,
Odaklanmak,
Pozitif,
Ters Çaba Kuralı
2 Ekim 2013 Çarşamba
Dürüstlük
Bir zamanlar, Uzak Doğuda, artık yaşlandığını ve yerine geçecek birini
seçmesi gerektiğini düşünen İmparator varmış.
Yardımcılarından ya da çocuklarından birini seçmek yerine, kendi yerine
geçecek kişiyi değişik bir yolla seçmeye karar vermiş. Bir gün ülkesindeki tüm
gençleri çağırmış ve:
- Artık benden
sonra tahta çıkacak bir imparator seçme vakti geldi. Sizlerden birini seçmeye
karar verdim.
Gençler şaşırmışlar, ancak O sürdürmüş:
- Bugün hepinize
birer tohum vereceğim. Bir tek tohum… Ama güzel bir tohum. Evlerinize gidip onu
ekmenizi, sulayıp büyütmenizi istiyorum. Tam bir yıl sonra büyüttüğünüz o
tohumla buraya geleceksiniz. Yetiştirdiğiniz
o tohuma göre değerlendirip birinizi İmparator seçeceğim.
1 Ekim 2013 Salı
Bambu Ağacı
Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda
herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı
ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her
yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat
inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda
da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı
hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru
şudur:
30 Eylül 2013 Pazartesi
İyilik ve Vefa
Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır. Kurt ormanda oraya buraya
kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir. Canını kurtarmak
için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına
girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: “Ey insan ne olur
yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım
etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler.” Köylü bir an düşündükten sonra
yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar,
sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar.
Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü
“görmedim” der ve avcılar uzaklaşır.
27 Eylül 2013 Cuma
Çiçek ve Su
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii
zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine
sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, “Sırf senin hatırın için
ey su” diye…
25 Eylül 2013 Çarşamba
Şans faktörü
Neden bazı insanlar inanılmaz derecede şanslıyken, diğerleri hak
ettikleri olanaklara asla sahip olamaz?
Bir psikolog, yanıtı bulduğunu söylüyor.
"10 yıl önce, şansı araştırmaya başladım. Neden bazı insanların
hep doğru zamanda doğru yerde olduğunu, diğerlerinin ise sürekli olarak
şanssızlıklarla boğuştuğunu merak ediyordum. Ulusal gazetelere ilan vererek
kendilerini her zaman şanslı ya da şanssız hisseden insanların benimle temasa geçmelerini
rica ettim.
Yüzlerce erkek ve kadın, araştırmam için gönüllü oldu. Yıllar boyunca,
onlarla söyleşiler yaptım; yaşamlarını gözlemledim ve deneylere katılmalarını
sağladım.
Sonuçlar gösterdi ki insanlar, neden şanslı ya da şanssız olduklarını
tam olarak bilemeseler de düşünceleri ve davranışları, bu durumu büyük ölçüde
etkiliyor.
Bir şans ya da bir fırsat gibi görünen durumları düşünelim. Şanslı
insanlar bu tür fırsatlarla sürekli karşılaşırken, şanssız insanlar pek
karşılaşmazlar. Bu durumun, fırsatları fark etme yeteneği ile ilgili olup
olmadığını bulmak için basit bir deney yaptım. Hem şanslı, hem de şanssız
insanlara bir gazete verdim ve onlardan gazeteyi iyice inceleyip içinde ne
kadar fotoğraf olduğunu bana söylemelerini istedim.
Gazetenin ortalarında bir yere, üzerinde şu not yazılı olan büyük bir
mesaj yerleştirdim:
"Deney görevlisine bunu gördüğünüzü söyleyin; 250 dolar
kazanın."
Bu mesaj, sayfanın yarısını kaplıyordu ve büyüklüğü 5 cm’in üzerinde
olan bir fontla yazılmıştı. Herkesin yüzünü sabit bakışlarla süzüyordum:
Şanssız insanlar, ilanı fark edemezlerken, şanslı insanlar hemen fark
ettiler. Nedenini bulmaya çalışırken şanssız insanların, daha gergin olduğunu
gözlemledim ve bu endişeli ruh hali, beklenmeyeni fark etme yeteneklerine zarar
verdi.
Sonuç olarak, fırsatı kaçırdılar; çünkü başka bir hedefe
odaklanmışlardı.
Bu durum gerçek hayatta pek çok alanda gözlemlenebilir. Örneğin;
şanssız insanlar genelde partilere, mükemmel eşlerini bulma düşüncesiyle
giderler; bu yüzden de iyi arkadaşlar edinme fırsatlarını kaçırırlar ya da
belli iş ilanını bulmak için gazeteleri incelerler ve diğer iş olanaklarını
fark edemezler.
Buna karşılık şanslı insanlar, daha geniş bir çerçeveden bakarlar,
beklenilmeyene karşı daha açıktırlar. Dolayısıyla, yalnızca aradıklarını değil,
orada başka neler olduğunu da görürler.
Araştırmam, sonuç olarak şunu gösterdi: şanslı insanlar, dört ilke
sayesinde şanslarını yaratıyorlar.
·
Fırsatlar yaratma ve fark etme konusunda
becerikliler;
·
Sezgilerini dinleyerek şanslı kararlar veriyorlar;
·
Olumlu beklentilere sahipler ve bu sayede doğru
çıkan tahminlerde bulunuyorlar.
·
Şanssızlığı şansa dönüştüren esnek bir yaklaşım
benimsiyorlar.
Çalışmanın sonuna doğru, bu ilkelerin, şansı yaratmada kullanılıp
kullanılamayacağını merak ettim. Bir grup gönüllüden, bir ay boyunca, şanslı
bir insan gibi davranmalarına yardımcı olacak egzersizler yapmalarını istedim.
Bu egzersizler, şans fırsatlarını fark etmeleri, sezgilerini dinlemeleri,
şanslı olmayı ummaları ve şanssızlığa karşı daha esnek olmalarında onlara
yardımcı oldu. Gönüllüler, bir ay sonra döndü ve neler olduğunu anlattılar.
Sonuçlar, çarpıcıydı: Bu insanların % 80’i, artık daha mutluydu; yaşamında
daha çok tatmin oluyordu ve belki de en önemlisi, daha şanslıydı.
Sonuç olarak, asla akla gelmeyecek "şans faktörü"nü
bulmuştum."
Aşağıda, Profesör Wiseman’ın şanslı olmak için önerdiği dört temel
egzersiz bulunuyor:
·
İçsel sezgilerinizi dinleyin; normalde doğru
çıkarlar.
·
Yeni deneyimlere ve normal rutininizi bozmaya açık
olun.
·
Her gün birkaç dakikanızı iyi giden şeyleri
hatırlayarak geçirin.
·
Önemli bir toplantı ya da telefon görüşmesi
öncesinde kendinizi şanslı olarak hayal edin.
Şans, çoğu zaman, doğru çıkan bir tahmindir.
Profesör
Richard Wiseman - Hertfordshire Üniversitesi
23 Eylül 2013 Pazartesi
En Çok Kimi Seversin?
Bir bilgeye sormuşlar:
"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?"
"Terzimi severim" diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstat, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim
oluyor? O da nereden çıktı? Neden terzi?"
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
"Evet, dostlarım, ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde,
benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda
karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler."
Alıntıdır.
20 Eylül 2013 Cuma
100
Okuduğum kayda değer, güzel hikaye ve yazıları bir araya toplama ve paylaşma düşüncesiyle oluşturduğum blog sayfasında 100. yayına ulaştık. Nedense 100 sayısı her zaman karşımıza çıkar. Blog sayfamızın 100. yayınında, 100 denince akla ne gelir sorusuna cevap aradım. Aşağıdaki bilgiler aklıma gelenler ve araştırıp bulabildiğim kaynaklardan derlenmiştir.
100 sayısı, Roma rakamına göre “C” olarak ifade edilir.
100 sayısının asal çarpanları 22x52 dir.
1 asır 100 yıldır.
1 metre 100 santimetredir.
100 sayısı, Roma rakamına göre “C” olarak ifade edilir.
100 sayısının asal çarpanları 22x52 dir.
1 asır 100 yıldır.
1 metre 100 santimetredir.
Categories
100,
100 Sayısı,
100. Yayın,
AFBÇ,
Gurur,
Mutluluk,
neden 100,
yüz,
yüz anlamı,
yüz sayısı,
yüz sayısının özellikleri
18 Eylül 2013 Çarşamba
Bir kelebeğin dersi…
Bir gün kozada küçük bir delik belirdi; deliğin ucu kıpırdıyordu. Bu
kıpırdamayı bir adam gördü. Merak etti ve oturup kelebeğin saatler boyunca
bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı ilgi dolu bakışlarla
seyre daldı.
Bir ara sanki kelebek delikten çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş
gibi geldi adama. Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış ve artık
yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Bu durumu hisseden adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline
küçük bir kesici alet alıp, kozadaki deliği büyütmeye başladı.
Delik kelebeğin rahatça çıkabileceği boyuta geldi. Bunun üzerine
kelebek kozadan kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat oda ne! Kelebeğin bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş
buruştu.
Kozadan çıkan kelebeği adam izlemeye devam etti; adam kelebekten bir
şey bekliyordu. Kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini
taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama adamın beklediklerinin hiç biri olmadı! Kelebek uçamadı. O an
uçamadı, hiçbir zaman uçamadı…
Kelebek, hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş
kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı.
Adam kelebeğe iyi niyetle yardım etmek istemişti, kelebeğe iyilik
yapayım derken ne büyük bir kötülük yapmıştı.
Adamın anlayamadığı bir şey vardı. Kozanın kısıtlayıcılığının ve buna
karşılık kelebeğin daracık bir delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın,
Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede
de kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda uçmasını sağlamak için seçtiği
yol olduğuydu.
Kelebek kozada kalacağı kadar kalamamıştı.
Bazen hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey çabalardır.
Alıntıdır.
17 Eylül 2013 Salı
Hayat Güzeldir...
Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı.
İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu İNANÇTIR.
Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere
düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onları tutacaktır.
Bu GÜVENDİR.
Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair
teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ÜMİTTİR.
Ve bu üçü varsa,
hayatınız GÜZELDİR…
Alıntıdır.
11 Eylül 2013 Çarşamba
İdarecilik Sanatı
Büyük Amerikan imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri
kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve
bunu bir hayli indirmek kabil olacağını düşünmüşler.
İçlerinden iki kişi seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler
yaptığını bir görmelerini ve ondan sonra bu konuda karar verilmesini kabul
etmişler.
İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika
müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş:
Fabrika müdürü elinde kahve fincanı, ayakları masanın üstünde, etrafa
halka gülücükler yaymakla meşgul. Masanın üstünde ne bir dosya, ne bir kağıt
hiç bir şey yok.
Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet üyeleri, müdürün
hiç bir işle meşgul olmadığını ve yalnız birkaç basit telefon konuşması
yaptığını görmüşler. Heyet aldığı intibadan memnun, İdare Meclisine fabrika
müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsur saat zarfında hemen hemen
hiç bir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan böyle basit bir iş için verilen
yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki nispetinde bir tasarruf
sağlanabileceğini söylemiş. Tabii fabrika müdürü bu indirmeye razı olmamış,
işten ayrılmış. Yeni maaşla çalışmayı kabul eden birçok istekli arasında bir
zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş.
Üç aydan sonra idare meclisine gelen imalat istatistiklerinde az, fakat
dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, fabrika müdürü yenidir, tabii bu
kadar acemilik olur demişler. Altıncı ayın sonunda istatistik eğrisi bir hayli
düşmüş.
Eski heyet azaları yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret etmişler.
Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak imzalamakla
meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen giden o kadar çok
ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkan olmamış. Fakat heyetin kanaati şu
olmuş:
Böyle canla başla çalışan bir adam başta olduğu müddetçe işlerin
düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha bekleyelim. Sene sonu gelmiş,
her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu zararla kapanınca idare meclisi azaları
birbirine girmişler ve işi yeniden incelemeye başka bir heyeti memur etmişler.
Yeni heyet, müdürün odasına değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında
bekleyen insanlar görmüş, sebebini sormuş aldıkları cevap şu:
-Hususi bir döküme başlayacağız, fabrika müdürü ben gelmeden başlamayın
dedi, biz de bekliyoruz, her halde elektrik atölyesinden bir türlü ayrılmaya
vakti olmadı.
O sırada gözleri, yaşlı bir ustabaşıya ilişmiş, adamı şöyle bir kenara
çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının sebeplerini
sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır hissetmiş
olacak ki:
- Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait
planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık.
Ani, içinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız zaman
ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu müşkülümüzü
çözecek. O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi, bizle şakalaşır, fakat
hepimiz için düşünürdü. Şimdiki müdür de çok dürüst, iyi niyet sahibi, hatta
çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi
tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık yapıyor,
tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da
aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. Elinde piposu, ileriyi görmeye
çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok.
Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen idare meclisi, bir
senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak
gelmeye razı etmiş.
İdarecilik güç bir sanattır. Öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve
ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz kabil
olabilir. Büyük liderler gibi onları da, o müessesenin bitaraf bir tarihçisi
kıymetlendirebilir. Onun için günlük takdir bekleyenlerden bu sanatın sanatçısı
çıkmaz.
Başkaları için tavsiyede bulunmak, yeni bir yol teklif etmek, hatta
karar vermek kolaydır. Güç olan, bunları yapmaktan kaçınmak, gururumuzu yenmek
ve ancak ve ancak kendimiz için karar vermektir.
Alıntı: İnsan
Mühendisliği, Nüvit Osmay
Başarılı olmak
Ünlü Kodak firmasının kurucusu Mr. Eastman, 1935’li yıllarda basit film
makineleri ile Afrika’da vahşi hayvanların çok yakından fotoğraflarını çekmiş,
bunları evinde dostlarına gösteriyormuş. Hayvanların bu kadar yakından filme
alınmış olması, misafirlerini heyecanlandırmış. İçlerinden biri dayanamamış;
“Aziz dostum, bu işi nasıl gerçekleştirdin?” demiş.
Eastman da cevaben;
“Yanıma güvendiğim bir avcı adam aldım. Makinemin on metre kadar önüne
bir çizgi çizdim. Avcıya, ‘ben film çekerken herhangi bir hayvan bu çizgiyi
geçme teşebbüsünde bulunursa derhal vur’ dedim.
Misafirler, şaşırmışlar ve hep bir ağızdan;
“Ya avcı vurmasaydı? İnsan bu kadar tehlikeli bir işe nasıl cesaret
edebilir?”
“Dostlarım, hayatta başarılı olmak istiyorsanız, yanınızda
çalıştırdığınız insanlara güvenmeyi öğrenmelisiniz.”
Alıntı: Cesaret
Verici Öyküler, Cengiz Erşahin
10 Eylül 2013 Salı
Mutlu Adamın Gömleği
Bir hükümdar amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Ülkenin bütün hekimleri saraya geldi, komşu ülkelerin hekimleri de
çağırıldı. Ama hastalığa hiçbir çare bulunamadı. Hükümdar, herkesin gözü önünde
her gün biraz daha erimeye devam ediyordu. Umutsuzluk
içinde çırpınırken son çare olarak bütün falcıların, büyücülerin bulunup saraya
getirilmesini istedi.
Adamları koşuşturdu. Ülkede ne kadar adı falcıya büyücüye çıkmış insan
varsa toplayıp getirdiler.
Falcılar, büyücüler hükümdara tek tek baktılar, bildikleri bütün
numaraları yaptılar, ama hiçbiri herhangi bir iyileşme sağlayamadı.
Hükümdar artık iyiden iyiye umutsuzluğa düşmüşken günün birinde
sarayının kapısına bir yaşlı kadın geldi. Bu kadın hükümdarın derdini nasıl
çözeceğini bildiğini söylüyordu!
Yaşlı kadını hükümdarın yanına götürdüler.
Hükümdar yatağında doğrulamadan, “Söyle kadın” diye güç bela konuştu:
“Neymiş senin çaren!”
Kadın bildiği çareyi anlattı: “Adamlarınız
ülkeyi dolaşacak, ülkenin en mutlu adamını bulacak, onun gömleğini alacak ve
size getirecek. Siz de bu gömleği giyince iyileşeceksiniz…”
Hükümdar emir verdi, adamları hemen ülkeye dağıldı. Önce en zenginlerin
kapısını çalmaya başladılar. Ama hangi zenginle gidip konuştularsa onun hiç de
tahmin ettikleri gibi mutlu olmadığı gördüler. Aralarından bir iki kişi, en
değerli gömleklerini verdi. Hükümdar gömlekleri giydi
fakat bunların da herhangi bir faydası olmadı. Böylece o gömleklerin
sahiplerinin söyledikleri gibi mutlu olmadıkları ortaya çıktı.
Hükümdar köpürüyor, adamları bütün ülkeyi adım adım dolaşıyor, artık
zengin fakir dinlemeden mutlu insan arıyor ama bir kişi bile bulamıyorlardı.
Durmaksızın dolaşırken susuz kalan hükümdarın adamlarından birkaçı
dökülen bir kulübenin yanından geçmekteydi. Su istemek için yaklaştıklarında
içeriden gelen sesi duydular.
Bir adam kendi kendine konuşuyordu:
“Ne kadar mutluyum, benden iyisi yok, karnımı doyurdum, yarın
çalışabilecek gücüm de var… Benden iyisi yok…”
Hükümdarın adamları suyu falan unutup hemen içeri daldılar. Bu son
derece yoksul kulübede bir adam yere oturmuş, kağıt üzerine serdiği peynir
ekmeğin son kırıntılarını ağzına atarken bir yandan da türkü söylüyordu.
Hükümdarın adamları “Nihayet bulduk” diye adama doğru hamle ettiler ve
yanan tek bir mumun zayıf ışığında adamın gömleğinin olmadığını gördüler.
Alıntıdır.
9 Eylül 2013 Pazartesi
Siyah ve Beyaz
Yaşlı Kızılderili reisi, kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede
birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini
bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri
köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye
ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu
anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir
gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar" dedi, "Benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi,
iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben
hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü
ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!"
Alıntıdır.4 Eylül 2013 Çarşamba
Maymun Tuzağı
Asya kıtasında maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca bağlanır. Hindistancevizinin altına
ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece
maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini
dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini
içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması
olanaksızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar
geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak eden
hiçbir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde
açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren şey, açgözlülüğümüz ve kendi
bağımlılıklarımızdır. Bizi özgür kılacak olan da bu tutunduğumuz şeyleri
farkına varıp, onları bırakmaktır.
Joseph Goldstein
Categories
Açgözlülük,
Bağımlılık,
Maymun,
Tuzak
3 Eylül 2013 Salı
Gerçek Akıl
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
- Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl
belirliyorsunuz?
Doktor:
- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir
kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih
ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?
Adam:
- Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık
ve fincandan büyük.
- Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.
“Gerçek Akıl, sadece
bize sunulan çözümleri seçmek değil, en uygun çözümü bulabilmektir.”
Alıntıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)