Paylaş

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

30 Eylül 2013 Pazartesi

İyilik ve Vefa

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Pazartesi, Eylül 30, 2013 0 yorum
Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: “Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler.” Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü “görmedim” der ve avcılar uzaklaşır.

27 Eylül 2013 Cuma

Çiçek ve Su

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Cuma, Eylül 27, 2013 1 yorum
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, “Sırf senin hatırın için ey su” diye…

25 Eylül 2013 Çarşamba

Şans faktörü

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Çarşamba, Eylül 25, 2013 0 yorum
Neden bazı insanlar inanılmaz derecede şanslıyken, diğerleri hak ettikleri olanaklara asla sahip olamaz?
Bir psikolog, yanıtı bulduğunu söylüyor.
"10 yıl önce, şansı araştırmaya başladım. Neden bazı insanların hep doğru zamanda doğru yerde olduğunu, diğerlerinin ise sürekli olarak şanssızlıklarla boğuştuğunu merak ediyordum. Ulusal gazetelere ilan vererek kendilerini her zaman şanslı ya da şanssız hisseden insanların benimle temasa geçmelerini rica ettim.
Yüzlerce erkek ve kadın, araştırmam için gönüllü oldu. Yıllar boyunca, onlarla söyleşiler yaptım; yaşamlarını gözlemledim ve deneylere katılmalarını sağladım.
Sonuçlar gösterdi ki insanlar, neden şanslı ya da şanssız olduklarını tam olarak bilemeseler de düşünceleri ve davranışları, bu durumu büyük ölçüde etkiliyor.
Bir şans ya da bir fırsat gibi görünen durumları düşünelim. Şanslı insanlar bu tür fırsatlarla sürekli karşılaşırken, şanssız insanlar pek karşılaşmazlar. Bu durumun, fırsatları fark etme yeteneği ile ilgili olup olmadığını bulmak için basit bir deney yaptım. Hem şanslı, hem de şanssız insanlara bir gazete verdim ve onlardan gazeteyi iyice inceleyip içinde ne kadar fotoğraf olduğunu bana söylemelerini istedim.
Gazetenin ortalarında bir yere, üzerinde şu not yazılı olan büyük bir mesaj yerleştirdim:
"Deney görevlisine bunu gördüğünüzü söyleyin; 250 dolar kazanın."
Bu mesaj, sayfanın yarısını kaplıyordu ve büyüklüğü 5 cm’in üzerinde olan bir fontla yazılmıştı. Herkesin yüzünü sabit bakışlarla süzüyordum:
Şanssız insanlar, ilanı fark edemezlerken, şanslı insanlar hemen fark ettiler. Nedenini bulmaya çalışırken şanssız insanların, daha gergin olduğunu gözlemledim ve bu endişeli ruh hali, beklenmeyeni fark etme yeteneklerine zarar verdi.
Sonuç olarak, fırsatı kaçırdılar; çünkü başka bir hedefe odaklanmışlardı.
Bu durum gerçek hayatta pek çok alanda gözlemlenebilir. Örneğin; şanssız insanlar genelde partilere, mükemmel eşlerini bulma düşüncesiyle giderler; bu yüzden de iyi arkadaşlar edinme fırsatlarını kaçırırlar ya da belli iş ilanını bulmak için gazeteleri incelerler ve diğer iş olanaklarını fark edemezler.
Buna karşılık şanslı insanlar, daha geniş bir çerçeveden bakarlar, beklenilmeyene karşı daha açıktırlar. Dolayısıyla, yalnızca aradıklarını değil, orada başka neler olduğunu da görürler.
Araştırmam, sonuç olarak şunu gösterdi: şanslı insanlar, dört ilke sayesinde şanslarını yaratıyorlar.
·         Fırsatlar yaratma ve fark etme konusunda becerikliler;
·         Sezgilerini dinleyerek şanslı kararlar veriyorlar;
·         Olumlu beklentilere sahipler ve bu sayede doğru çıkan tahminlerde bulunuyorlar.
·         Şanssızlığı şansa dönüştüren esnek bir yaklaşım benimsiyorlar.
Çalışmanın sonuna doğru, bu ilkelerin, şansı yaratmada kullanılıp kullanılamayacağını merak ettim. Bir grup gönüllüden, bir ay boyunca, şanslı bir insan gibi davranmalarına yardımcı olacak egzersizler yapmalarını istedim. Bu egzersizler, şans fırsatlarını fark etmeleri, sezgilerini dinlemeleri, şanslı olmayı ummaları ve şanssızlığa karşı daha esnek olmalarında onlara yardımcı oldu. Gönüllüler, bir ay sonra döndü ve neler olduğunu anlattılar.
Sonuçlar, çarpıcıydı: Bu insanların % 80’i, artık daha mutluydu; yaşamında daha çok tatmin oluyordu ve belki de en önemlisi, daha şanslıydı.
Sonuç olarak, asla akla gelmeyecek "şans faktörü"nü bulmuştum."
Aşağıda, Profesör Wiseman’ın şanslı olmak için önerdiği dört temel egzersiz bulunuyor:
·         İçsel sezgilerinizi dinleyin; normalde doğru çıkarlar.
·         Yeni deneyimlere ve normal rutininizi bozmaya açık olun.
·         Her gün birkaç dakikanızı iyi giden şeyleri hatırlayarak geçirin.
·         Önemli bir toplantı ya da telefon görüşmesi öncesinde kendinizi şanslı olarak hayal edin.
Şans, çoğu zaman, doğru çıkan bir tahmindir.
Profesör Richard Wiseman - Hertfordshire Üniversitesi

23 Eylül 2013 Pazartesi

En Çok Kimi Seversin?

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Pazartesi, Eylül 23, 2013 0 yorum
Bir bilgeye sormuşlar:
"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?"
"Terzimi severim" diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstat, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı? Neden terzi?"
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
"Evet, dostlarım, ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler."
Alıntıdır.

20 Eylül 2013 Cuma

100

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Cuma, Eylül 20, 2013 0 yorum
Okuduğum kayda değer, güzel hikaye ve yazıları bir araya toplama ve paylaşma düşüncesiyle oluşturduğum blog sayfasında 100. yayına ulaştık. Nedense 100 sayısı her zaman karşımıza çıkar. Blog sayfamızın 100. yayınında, 100 denince akla ne gelir sorusuna cevap aradım. Aşağıdaki bilgiler aklıma gelenler ve araştırıp bulabildiğim kaynaklardan derlenmiştir.

100 sayısı, Roma rakamına göre “C” olarak ifade edilir.

100 sayısının asal çarpanları 22x52 dir.

1 asır 100 yıldır.

1 metre 100 santimetredir.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Bir kelebeğin dersi…

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Çarşamba, Eylül 18, 2013 0 yorum
Bir gün kozada küçük bir delik belirdi; deliğin ucu kıpırdıyordu. Bu kıpırdamayı bir adam gördü. Merak etti ve oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı ilgi dolu bakışlarla seyre daldı.
Bir ara sanki kelebek delikten çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş gibi geldi adama. Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Bu durumu hisseden adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline küçük bir kesici alet alıp, kozadaki deliği büyütmeye başladı.
Delik kelebeğin rahatça çıkabileceği boyuta geldi. Bunun üzerine kelebek kozadan kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat oda ne! Kelebeğin bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu.
Kozadan çıkan kelebeği adam izlemeye devam etti; adam kelebekten bir şey bekliyordu. Kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama adamın beklediklerinin hiç biri olmadı! Kelebek uçamadı. O an uçamadı, hiçbir zaman uçamadı…
Kelebek, hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı.
Adam kelebeğe iyi niyetle yardım etmek istemişti, kelebeğe iyilik yapayım derken ne büyük bir kötülük yapmıştı.
Adamın anlayamadığı bir şey vardı. Kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede de kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda uçmasını sağlamak için seçtiği yol olduğuydu.
Kelebek kozada kalacağı kadar kalamamıştı.
Bazen hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey çabalardır.
Alıntıdır.

17 Eylül 2013 Salı

Hayat Güzeldir...

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Salı, Eylül 17, 2013 0 yorum
Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu İNANÇTIR.
Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onları tutacaktır.
Bu GÜVENDİR.
Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ÜMİTTİR.
Ve bu üçü varsa, hayatınız GÜZELDİR…
Alıntıdır.

11 Eylül 2013 Çarşamba

İdarecilik Sanatı

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Çarşamba, Eylül 11, 2013 0 yorum
Büyük Amerikan imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve bunu bir hayli indirmek kabil olacağını düşünmüşler.
İçlerinden iki kişi seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler yaptığını bir görmelerini ve ondan sonra bu konuda karar verilmesini kabul etmişler.
İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş:
Fabrika müdürü elinde kahve fincanı, ayakları masanın üstünde, etrafa halka gülücükler yaymakla meşgul. Masanın üstünde ne bir dosya, ne bir kağıt hiç bir şey yok.
Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet üyeleri, müdürün hiç bir işle meşgul olmadığını ve yalnız birkaç basit telefon konuşması yaptığını görmüşler. Heyet aldığı intibadan memnun, İdare Meclisine fabrika müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsur saat zarfında hemen hemen hiç bir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan böyle basit bir iş için verilen yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki nispetinde bir tasarruf sağlanabileceğini söylemiş. Tabii fabrika müdürü bu indirmeye razı olmamış, işten ayrılmış. Yeni maaşla çalışmayı kabul eden birçok istekli arasında bir zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş.
Üç aydan sonra idare meclisine gelen imalat istatistiklerinde az, fakat dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, fabrika müdürü yenidir, tabii bu kadar acemilik olur demişler. Altıncı ayın sonunda istatistik eğrisi bir hayli düşmüş.
Eski heyet azaları yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret etmişler. Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak imzalamakla meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen giden o kadar çok ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkan olmamış. Fakat heyetin kanaati şu olmuş:
Böyle canla başla çalışan bir adam başta olduğu müddetçe işlerin düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha bekleyelim. Sene sonu gelmiş, her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu zararla kapanınca idare meclisi azaları birbirine girmişler ve işi yeniden incelemeye başka bir heyeti memur etmişler.
Yeni heyet, müdürün odasına değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında bekleyen insanlar görmüş, sebebini sormuş aldıkları cevap şu:
-Hususi bir döküme başlayacağız, fabrika müdürü ben gelmeden başlamayın dedi, biz de bekliyoruz, her halde elektrik atölyesinden bir türlü ayrılmaya vakti olmadı.
O sırada gözleri, yaşlı bir ustabaşıya ilişmiş, adamı şöyle bir kenara çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının sebeplerini sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır hissetmiş olacak ki:
- Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık. Ani, içinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız zaman ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu müşkülümüzü çözecek. O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi, bizle şakalaşır, fakat hepimiz için düşünürdü. Şimdiki müdür de çok dürüst, iyi niyet sahibi, hatta çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık yapıyor, tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. Elinde piposu, ileriyi görmeye çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok.
Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen idare meclisi, bir senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak gelmeye razı etmiş.
İdarecilik güç bir sanattır. Öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz kabil olabilir. Büyük liderler gibi onları da, o müessesenin bitaraf bir tarihçisi kıymetlendirebilir. Onun için günlük takdir bekleyenlerden bu sanatın sanatçısı çıkmaz.
Başkaları için tavsiyede bulunmak, yeni bir yol teklif etmek, hatta karar vermek kolaydır. Güç olan, bunları yapmaktan kaçınmak, gururumuzu yenmek ve ancak ve ancak kendimiz için karar vermektir.
Alıntı: İnsan Mühendisliği, Nüvit Osmay

Başarılı olmak

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Çarşamba, Eylül 11, 2013 0 yorum
Ünlü Kodak firmasının kurucusu Mr. Eastman, 1935’li yıllarda basit film makineleri ile Afrika’da vahşi hayvanların çok yakından fotoğraflarını çekmiş, bunları evinde dostlarına gösteriyormuş. Hayvanların bu kadar yakından filme alınmış olması, misafirlerini heyecanlandırmış. İçlerinden biri dayanamamış;
“Aziz dostum, bu işi nasıl gerçekleştirdin?” demiş.
Eastman da cevaben;
“Yanıma güvendiğim bir avcı adam aldım. Makinemin on metre kadar önüne bir çizgi çizdim. Avcıya, ‘ben film çekerken herhangi bir hayvan bu çizgiyi geçme teşebbüsünde bulunursa derhal vur’ dedim.
Misafirler, şaşırmışlar ve hep bir ağızdan;
“Ya avcı vurmasaydı? İnsan bu kadar tehlikeli bir işe nasıl cesaret edebilir?”
“Dostlarım, hayatta başarılı olmak istiyorsanız, yanınızda çalıştırdığınız insanlara güvenmeyi öğrenmelisiniz.”
Alıntı: Cesaret Verici Öyküler, Cengiz Erşahin

10 Eylül 2013 Salı

Mutlu Adamın Gömleği

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Salı, Eylül 10, 2013 0 yorum
Bir hükümdar amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Ülkenin bütün hekimleri saraya geldi, komşu ülkelerin hekimleri de çağırıldı. Ama hastalığa hiçbir çare bulunamadı. Hükümdar, herkesin gözü önünde her gün biraz daha erimeye devam ediyordu. Umutsuzluk içinde çırpınırken son çare olarak bütün falcıların, büyücülerin bulunup saraya getirilmesini istedi.
Adamları koşuşturdu. Ülkede ne kadar adı falcıya büyücüye çıkmış insan varsa toplayıp getirdiler.
Falcılar, büyücüler hükümdara tek tek baktılar, bildikleri bütün numaraları yaptılar, ama hiçbiri herhangi bir iyileşme sağlayamadı.
Hükümdar artık iyiden iyiye umutsuzluğa düşmüşken günün birinde sarayının kapısına bir yaşlı kadın geldi. Bu kadın hükümdarın derdini nasıl çözeceğini bildiğini söylüyordu!
Yaşlı kadını hükümdarın yanına götürdüler.
Hükümdar yatağında doğrulamadan, “Söyle kadın” diye güç bela konuştu: “Neymiş senin çaren!”
Kadın bildiği çareyi anlattı: “Adamlarınız ülkeyi dolaşacak, ülkenin en mutlu adamını bulacak, onun gömleğini alacak ve size getirecek. Siz de bu gömleği giyince iyileşeceksiniz…”
Hükümdar emir verdi, adamları hemen ülkeye dağıldı. Önce en zenginlerin kapısını çalmaya başladılar. Ama hangi zenginle gidip konuştularsa onun hiç de tahmin ettikleri gibi mutlu olmadığı gördüler. Aralarından bir iki kişi, en değerli gömleklerini verdi. Hükümdar gömlekleri giydi fakat bunların da herhangi bir faydası olmadı. Böylece o gömleklerin sahiplerinin söyledikleri gibi mutlu olmadıkları ortaya çıktı.
Hükümdar köpürüyor, adamları bütün ülkeyi adım adım dolaşıyor, artık zengin fakir dinlemeden mutlu insan arıyor ama bir kişi bile bulamıyorlardı.
Durmaksızın dolaşırken susuz kalan hükümdarın adamlarından birkaçı dökülen bir kulübenin yanından geçmekteydi. Su istemek için yaklaştıklarında içeriden gelen sesi duydular.
Bir adam kendi kendine konuşuyordu:
“Ne kadar mutluyum, benden iyisi yok, karnımı doyurdum, yarın çalışabilecek gücüm de var… Benden iyisi yok…”
Hükümdarın adamları suyu falan unutup hemen içeri daldılar. Bu son derece yoksul kulübede bir adam yere oturmuş, kağıt üzerine serdiği peynir ekmeğin son kırıntılarını ağzına atarken bir yandan da türkü söylüyordu.
Hükümdarın adamları “Nihayet bulduk” diye adama doğru hamle ettiler ve yanan tek bir mumun zayıf ışığında adamın gömleğinin olmadığını gördüler.
Alıntıdır.

9 Eylül 2013 Pazartesi

Siyah ve Beyaz

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Pazartesi, Eylül 09, 2013 0 yorum
Yaşlı Kızılderili reisi, kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar" dedi, "Benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!"
Alıntıdır.

4 Eylül 2013 Çarşamba

Maymun Tuzağı

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Çarşamba, Eylül 04, 2013 0 yorum
Asya kıtasında maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca bağlanır. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren şey, açgözlülüğümüz ve kendi bağımlılıklarımızdır. Bizi özgür kılacak olan da bu tutunduğumuz şeyleri farkına varıp, onları bırakmaktır.
Joseph Goldstein

3 Eylül 2013 Salı

Gerçek Akıl

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Salı, Eylül 03, 2013 0 yorum
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
- Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?
Doktor:
- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?
Adam:
- Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.
- Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.
“Gerçek Akıl, sadece bize sunulan çözümleri seçmek değil, en uygun çözümü bulabilmektir.”
Alıntıdır.

2 Eylül 2013 Pazartesi

Hayat

Gönderen http://afbcaglar.blogspot.com/ zaman: Pazartesi, Eylül 02, 2013 0 yorum
Öyle bir hayat yaşıyorum ki
Cenneti de gördüm, cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum, anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki "söz ver kendine"
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin;
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin;
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki
Son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman;
Hep acele etmem bundan, anladım...
Nietzsche’nin sevgilisi Lou Salome’ye gönderdiği bir mektuptan
 

Hikaye Kumbaram Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea