Asfalt yolun her iki yanında uzun palmiye ağaçları sıralanmış. Yolun bir yanında çiçekleri açmış portakal, mandalina ağaçları diğer yanında ise yer yer kuru dallarıyla çam ağaçları. Pazar gününün sessizliği ve tenhalığında, 3,5 yaşındaki kızımın 3 tekerlekli bisikletinin kontrol kolundan tutarak yavaş yavaş ilerliyorum. Portakal ağaçlarını arkamıza vererek yola bakacak şekilde bir banka oturuyoruz. Çam ağaçlarının kurumuş dalları arasından bulutsuz, mavi gökyüzü ışığını saçıyor ve dallar üzerinde o kadar çok kozalak var ki sanki doğanın çizdiği bir motif. Sırtımıza vuran güneş rahatsız etmeyen sıcaklığıyla bizi ısıtıyor.
Bu sıcaklığa karşı koyarcasına serinleten hafif bir esinti, ağaçların yapraklarının sesi duyuluyor. Her esintide arkamızdan gelen portakal çiçeklerinin muazzam kokusunu içimize çekiyoruz. Ne araba, ne insan sesi var. Sadece doğanın sesi. Arada bir sineğin ya da bir arının sesini duyuyoruz. Ve kuşların sesleri. Bir karşımızdaki ağaçtan, bir yanımızdaki ağaçtan ötüyorlar. Kuşları göremiyoruz ama öyle çoklar ki biri susmadan diğeri resitaline başlıyor. Sanki bizim için koca bir orkestra konser veriyor. Orada saatlerce oturabilirdim. Ama daha fazla orada tutamayacağım kızımın “Anne, hadi gidelim artık” sözleri üzerine yolumuza devam ediyoruz….
Ayşe F. Çağlar
Ayşe F. Çağlar
4 yorum:
Çok güzel betimlemişsin Ayşe, okurken yaşamış gibi hissettim :) Portakal çiçeklerinin kokusu hala burnumda...
Teşekkürler, o anki ortamı anlatmaya çalıştım. :)
Kitap yazmanı bekliyoruz.
Teşekkürler Bahar.
Yazabilir miyim sence? :)
Yorum Gönder